30 Temmuz 2009 Perşembe

29.07.2009 Beşiktaş - Porto Maçı


Az biraz jetlag maduru olmama rağmen Beşiktaşk'ımız ağır bastı ve 23.30 gibi bir saate kadar uyanık kalmayı başararak Tv'nin karşısına geçtim. Lyon maçını Tekle'nin yorumlarından takip eden biri olarak yapacağım yorumlar kümülatif olamayacak maalesef. Aslında liseli heyecanı ile maçta kalem kağıt dakika dakika önemli olayları da not ettim ama maç 01.30 gibi abuk bir saatte bitip benim gözler kan çanağı olunca girmeye üşendim o detayları. Kısaca maçtaki kadroyu ve genel yorumları yazmak istiyorum. Yine belirteyim ki sadece bir maçlık bir değerlendirmedir..

Diziliş ve ilk onbir: 4-3-3

Rüştü

Erhan-Sivok-Ferrari-İsmail

Fink-Ernst-Uğur

Holosko-Bobo-Serdar (K)

Oyuncuların Değerlendirmesi:

Rüştü: Kalesinde ciddi tehlikeler görmedi. Hakkında yorum yapmak gereksiz ama ikinci yarının başında yerini alan Hakan için olumlu konuşabilirim. Kalede sırıtmadı ve yan toplarda sanki biraz daha iyi gibi geldi. Cepheden gelen topları da sektirmedi.
Erhan: Neredeyse hiç hücumu düşünmedi. Sadece defansta kaldı. ben stoperde de değerlendirebileceğimiz bir oyuncu olarak hayal ediyordum ama stoper için biraz zayıf kalabilir.


Sivok: Adamım benim fazla bir şey söylemeye gerek yok.


Ferrari: Beni baya korkuttu. Porto'nın Hulk'u karşısında çok yavaş kaldı. Bir de net penaltı yaptı ama hakem vermedi. Zan'dan kötü değil tabii ki ama şu an beklentimin çok altında..cidden yavaştı dün akşam..


İsmail: Anlatılanlardan hep hücumunun iyi savunmasının kötü olduğunu düşünüyordum ama savunmasını dün baya beğendim. Hızlı ayakları var ve dezavantaj olabilecek fiziğini avantaja cevirip tehlike olmadan araya girip topu kapabiliyor. Dün Porto'nun sağ kanat hücumcusu çok zorladığı için hücuma pek çıkış yapamadı.


Fink: Orta üçlünün en gerisindeydi. Beklediğim gibi Cisse'nin ilk geldiği günlerdeki gibi oynadı. (ayağa pas, yerinde müdahaleler, risksiz oyun, top kapma) Tek farkı daha canla başla oynuyor gibi. Ama ofansta neredeyse hiç gözükmedi. Sadece sert ve isabetli bir şutu vardı kalecinin çeldiği


Ernst: Bildiğimiz gibi ama hücumda dün baya durgundu.


Uğur İnceman: Ben kendisinden çok şeyler bekleyen nadir Beşiktaşlılardanım ama geçen sezon onu baya paslandırmış. Defansta iyiydi ama orta üçlünün en ilerisinde rol alan oyuncunun yapması gerekenleri maalesef yapamadı.


Holosko: Geriye gelip çok iyi toplar kesti, ortasahaya çok yardımcı oldu ama hücumda etkisizdi. Adam gibi bir ya da iki driplingi vardı.


Bobo: Lyon maçında anlatıldığı kadar kötü değildi. Maçın başında bir şutu direkten döndü


Serdar: Maça kaptan olarak başladı. İlk yarı ciddi darbeler aldı ve biraz oyundan soğudu. Bildiğiniz Serdar işte.İlk okul hocası der ya: "Çok akıllı çok zeki ama birazcık da çalışssa"..işte öyle bir şey..


Sonradan giren oyuncularımız Hakan, Nobre, Tello ve Nihat..Tello ve Nobre 61. dakikada Uğur ve Serdar'ın yerine girdiler ve standart oyunlarını sergiledir. Nobre bu maçta da Bobo'dan daha istekli ve etkili gözüktü. Nihat ise çok az süre aldığı maçta attığı direği yalayan serbest vuruşu ile aklımda kaldı.


Lyon maçından sonra bu maçta da geride kalmamak, iyi mücadele etmek ve fizik olarak belirli bir seviyede olmak güzel yönler. Ama Mustafa Denizli 10.5 numara arayışında son derece haklı. zira orta üçlünün savunmaya eklemlenmesinde sorun yok ama hücuma katkı tam bir zaafiyet. Buna çözüm bulmamız lazım. Ömer Üründül'ün takıntısı blok arası mesafe konusunda daha iyi olduğumuzu söyleyebilirim


Maç boyunca 10 civarında korner kullandık. Uğur ve Tello'ydu bunları kullananlar ama ikisi de rezalet kulladılar.


Velhasıl ben geçensenenin aynı dönemine göre takımı daha iyi buldum bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Nihat'ın da katkısıyla bitiricilikte daha iyi bir noktaya gelebiliriz ancak Delgado'nun yokluğunda Tello ile ortasahanın hucum organizasyonlarını üç kulvarda götürmek imkansız. Uğur da şu an itibari ile bu görevin yanına yaklaşamaz gibi geliyor bana. Eleano iyi olur muydu bilmem GS kaptı onu da..Bir transfer acil lazım gibi geliyor bana yoksa şüpheniz mi var??


29 Temmuz 2009 Çarşamba

Dikkat Kartal Çıkabilir!


Biz baştan uyarımızı yapalım, sonra uyarmadı demesinler :)

23 Temmuz 2009 Perşembe

Vedat Okyar'dan güzellemeler...

Blog'da arşivlenmesi için aktarmak istedim..
''kendine has üslubu var'' derler ya, öyle bir ağabeyimizdi Vedat Ağabey..
Yanlış anlaşılabilirim ama açıkcası Uğur Meleke, İbrahim Altınsay, ara ara da olsa Tanıl Bora gibi yazarların takımımız üzerine yazdıkları yazılardan sonra Sanlı Kaptan ve Vedat Ağabey'in yazılarını daha çok içlerindeki bu tatlı dilli keskin eleştirileri için okur olmuştum. Seni annem gibi sevdim misali, Vedat Okyar da böyleydi biraz..Taktik teknik hak getire, içini acıtan ne varsa en kestirmeden ortaya koyardı...

Ege'nin güzel görseli üzerine başka bir resim koymak istemedim, isteyen editleyip beğendiği bir görseli ekleyebilir..
-------------------------------------------------------------------
- “Rıza’dan libero olursa ben de Alain Delon’um” diye yazı yazdım. Küstü bana Rıza.

- Göktuğ Sevinçli: Şu anda
stoper bulma. Beğenmediğimiz, Vedat Abi’nin de hiç beğenmediği Baki’yi koy oraya. Tamam mı? Toraman’ın yanına. Üzülmez’i de aç.
Vedat Okyar: Baki’yi koyma Abi!
Göktuğ Sevinçli: Farzet ki. En kötü şartlar bahsettiğim.
Vedat Okyar: Olmaz. Baki’yi koyma!
Göktuğ Sevinçli: En kötü şartlar bahsettiğim Vedat Abi.
Vedat Okyar: Yok. Olmaz. Ben antrenör olsam 10 kişi oynarım, Baki’yi oynatmam.

-
Defans yapıldı ama nasıl be Ertuğrul? Senin defansın cami avlusu gibi. Giren çıkanın haddi hesabı yok. Oraları tenha tutacaksın. Bu kadar arkaya yaslanılır mı? Bak güzel adam; farkındaysan sana hoca demiyorum. Büyük hoca olacağına ama inanıyorum. Ama şimdilerde değil.

- 2 şeyden hiç anlamıyorum. Birincisi Arap radyosu. Bir gürültüdür, patırtıdır gider, hiçbir şey anlamazsın. İkinci anlamadığım şey de, Beşiktaş’ın oyun içinde ne yaptığı.

- Ben maçı seyrederken, bu çocuklar maçtan önce çaktırmadan bir bara gitmişler bir-iki tek de atmışlar gibi geldi. Hele hele ilk yarı hafif
alkol almış bir topluluk seyrettim.

-
Belediye takımıyla oynamak zor. Adamlar kendi yerlerinde en yakın akrabalarıyla bile seyirci bulamıyor. Kalabalık gördüler mi, sinsi top oynuyorlar.

- Bu
takım ilk yarı yalan rüzgârlarını oynadı. Tek santrfor, çift ön liberoyu bu takım yemez Mustafa.

- Bir takımın 18’inin içi sit alanıdır. Orada inşaata müsaade edilmez. Ufak inşaattan vazgeçtim, rakipler gökdelen dikiyor.

- Görüntü hafızam üst seviyededir. Bir gördüğümü bir daha unutmam.

- Bir adamın ayağından 3 tane gollük top çıkıyorsa o ayağı öpüp başına koyacaksın.

- Ben 50 senedir bu işin içindeyim. Böyle bir lig yaşamadım. Bundan sonra da yaşanmaz zaten. Hangi maçın öncesi olursa olsun ‘Favori budur’ diyemiyorsun.
Şampiyonluk için 3 tane aday var, hangisi olur belli değil. En azından ben şu günden sonra bir takımı işaret etmeyeceğim. Edersem Kuran çarpsın.

(milliyet.com.tr'den Nilay Yılmaz'ın derlemesidir...)

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Kalbimizdesin!

17 Temmuz 2009 Cuma

Yeni sezon formaları




Bir beyaz, iki siyah beyaz forma yaparak, karşı takımda beyaz renk olunca hangi formayla oynayacağız sorusunu beynimde uyandırdı formalar.

Çubuklu hariç çoğu kişinin beğenmeyeceğine emin olduğum formalar, ama ben beğendim. cola turka bu formalara ses çıkarmazsa iyi - forma reklamsızdan hallice olmuş.

Beğenmediğim bir şey varsa, o da defile. Yusuf'un üstünde kendisine iki beden büyük forma, Ferrari'nin altında ise adeta haşema var. Yok mu ulan bu futbolcuların bedenine göre.

Adam gibi formayı şortuna sokmayı ise bir tek Sivok akıl etmiş.

Hayırlı olsun.

14 Temmuz 2009 Salı

Kırmızı MAF


O zamanları hatırlayanlar bu formayı gördüğünde ne hissederler hiç bilemiyorum ama benim gözlerim doldu. İki post öncesinde belirttiğim ve Altay maçında ilk kez giyilip haber konusu olan forma bu olmalı. Şeklini yanlış hatırladım, umarım tarihini yanlış hatırlamıyorum.

İmajın adresi ise burası. Bu fotoğrafı buraya koyan kişinin Beşiktaş ile ilgili yüklediği diğer imajlara da bakmanızı tavsiye ederim. Hem eskiler var, hem de yeniler...

12 Temmuz 2009 Pazar

Kemancı


Dikkat çekmek istediğim şey, Rapid Wien'in 2009/2010 sezonunda kullanacağı bu iç saha forması değil; imajın ne kadar ilginç ve özgün oluşu.

Haberin tamamı ise burada.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Ne Yapsak?

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Deplasman Forması ve Beşiktaş'ın Kırmızısı

Türkiye’de benim kuşağımdaki birçok insan TRT’de yayınlanan “Avrupa’dan Futbol” programıyla Avrupa futbolu hakkında ilk kez bilgi sahibi olmuştur. Benim hatırladığım kadarıyla program jeneriğinde çeşitli maçların ve meşaleli tribünlerin görüntüleri harmanlanıp sunulur ve jeneriğin arka planında her duyduğumda tüylerimi diken diken eden muhteşem bir parça vardı. O “dın... dın dın” diye başlayan... İtalya Ligi özet görüntülerine geçilmeden önce ise gösterilen özel jenerikte Johan Pachelbel’in “Canon in D”si eşliğinde tarihi binalar ve bir trafik polisinin görüntülerini hayal meyal hatırlıyorum. Zaman 90’ların başıydı.

“Avrupa’dan Futbol” bana sadece Avrupa liglerindeki golleri göstermedi, takımları da tanıttı bir şekilde. Takımları tanıtırken dolaylı yoldan “deplasman forması/alternatif forma” kavramı ile tanışmamda da önemli bir rol oynadı, her ne kadar bu fenomenin varlığını gerçekten kavramam biraz daha sonraki zamanları bulsa da. Mesela, Barcelona’nın Sampdoria’yı mağlup ettiği Şampiyon Klüpler Kupası Finali’ndeki turuncu ağırlıklı forması, 1993’teki Kupa Galipleri Kupası’ndaki Beşiktaş-Ajax eşleşmesinde Amsterdam’da bizimkilerin giydiği o ünlü mor forma ve İnönü’de Ajax’ın giydiği gri-siyah forma ekran karşısında şaşırmama sebep oluyordu. Manyak mıydı bu adamlar? Niye kendi renklerinden başka renklerdeki formalar ile sahaya çıkıyorlardı? Niçin Blackburn’ü bir deplasman maçında klasik lacivert-beyaz parçalı forma yerine kırmızı-siyah forma ile görüyordum? Southampton, St. James’ Park’a kırmızı beyaz ince çubuklu yerine niye sarı-lacivert çubuklu forma ile çıkardı? Anlam veremiyordum ama işte soracağım birileri de yoktu veya ben böyle bir şeye dikkat çektiğimde kimseden bir reaksiyon da alamıyordum. Sonradan kendi kendime tespiti yapmıştım. Bu takımlar, bu “tuhaf” formaları kendi sahalarındaki maçlarda değil, rakip sahada giyiyorlardı. “Deplasman forması”ydı giydikleri.

Avrupa’daki pek çok ligte ve pek çok takımda böyle bir alışkanlık var gözlemlediğim kadarıyla. Hatta pek çok takımın klasik veya zaman zaman değiştirdikleri ama yine de belli olan renklerde piyasaya sürdükleri deplasman formaları var. Örneğin, geçen seneki sarı renkli Chelsea forması kaç sezondur piyasada yoktu, ama bundan 11 sene önce Zola oynarken de vardı. Bundan başka, Arsenal’in sarı deplasman forması ise klasiktir ve çok bilinir, hemen hemen onlar için değişmez bir deplasman formasıdır. Barcelona bazen turuncuya döner, bazen de sarıya. Manchester United, gri de kullanır, lacivert de... Ajax, yeşile de döner griye de... Bu renklerin kullanılmasına ilişkin birtakım gerekçeler de var. Kimi, klübün tarihi içerisindeki birtakım olaylara, bazıları da armalardaki bazı detay renklere referans gösterilerek yapılır. Bu forma türünün asıl varoluş nedeni de aslında bellidir: Ürün çeşitlerini arttrıp, farklı müşteri zevklerine hitap etmek ve klübe para kazandırmak. Tabii ki “tarih” de bu varoluş sürecinde meşrulaştırma aracı olarak kullanılır. Neyse daha fazla uzatmayayım.

Beşiktaş’mızın da böyle bir alternatif forması mevcuttur. Bu forma için ise kabul edilen bir gerekçe ise şu tarihsel iddiadan kaynaklanıyordu. Gürel Yurttaş, 1995’te piyasaya çıkan “Kartal’ın Pençesi” adlı kitabında, klübün kuruluş yıllarındaki forma renklerinin kırmızı-beyaz olduğunu fakat Balkan Savaşı ile kaybedilen toprakların yarattığı acı nedeniyle kırmızı yerine siyahın kullanılmasının ve kaybedilen topraklar geri alınana kadar bu durumun böyle sürmesi gerektiğinin kabul edildiğini ifade etmiştir. Bu kitap çıkmadan önce de bu iddia biliniyordu ve dile getiriliyordu. Yanlış hatırlamıyorsam üç sezon üst üste şampiyon olduğumuz sezonlardan birisinde İstanbul’da oynanacak bir Altay maçı öncesinde takım ilk defa kırmızı rengin de yer aldığı bir forma giymişti. Hatta formalar yetişene kadar maçın başlaması da gecikmişti diye biliyorum. O akşam haberlerde bu Balkan Savaşı gerekçeli iddiayı öğrenmiştik. O formanın nasıl bir şey olduğunu tam olarak hatırlamıyorum. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa kırmızı ince çizgilerin yer aldığı bir çubuklu forma idi.

Resmi sitedeki tarihçe bölümünde verilen bilgiler ise bu Balkan Savaşı iddiasını yalanlıyor. Yani bizim aslında hiçbir zaman kırmızı rengimiz olmamış. Resmi sitedeki tarihçeye ilişkin bilgilerde ise Vala Somalı, Mehmet Durupınar ve Tuğrul Yenidoğan’a ait dokümanlardan faydalanılmış. Tabii ben bu konuda bir araştırma yapmayıp, yeterli kaynak okumadığımdan dolayı bir şeyler söyleyecek, iddialar ortaya atacak durumda değilim. Bu arada resmi siteye de tam anlamıyla güvenemiyorum çünkü armasında ay-yıldız olan tek klüp Beşiktaş olarak ifade edilmiş. Yanlış. Karşıyaka ve Kasımpaşa’nın armalarında da ay-yıldız vardır.

90lı yılların ortalarından 2004-2005 sezonuna kadar kırmızı formayı zaman zaman kullandık. Bu sezondan sonra kırmızı forma giymedi takım. Bu forma için “uğursuz” dendi ki tam anlamıyla saçma bir önerme. Ama post-modernizmin insanları metafiziğe, totemlere sürüklediği bir dünyada ise bu çok normal bir davranış. Ayrıca “Erkek adam renkli takım tutmaz.” gerekçesi de var ki kendince erkekliği belli bir normatif düzene sokan, sakat bir önermedir. Ama bizim lümpenleşme katsayısı müthiş hızlı bir şekilde artan toplumumuzda ne yazık ki bu tarz söylemler doğaldır, ruhumuza işlemiştir. Bu gerekçelere katılmam ise söz konusu olamaz.

İstemeden de olsa ben de para harcatan düzene alet oluyorum şu yazacaklarımla. Beşiktaş, kırmızı formayı alternatif olarak kullanmalıdır. Önemli bir gerekçe görürüz burada Türkiye Futbol Federasyonu’nun, 1952’de Yunanistan ile oynanacak maç için Beşiktaş’a milli takımı temsil etme görevini verdiğini öğreniyoruz kaynaklardan. Ayrıca şu zamana kadar da bu olayın bir benzeri daha yaşanmamış. Beşiktaş’ımız o günün şerefine atfen armasında Türk Bayrağı’nın taşıma hakkını kazanmış. Bütün bu tarihsel gerçekleri gözönüne aldığımızda kırmızı formanın sıradan bir deplasman forması olarak değil; geçmişin hatırasına, gurur duyulacak bir tarihe duyulan saygıyı sergileme açısından önem arz ettiğini düşünüyorum. Tıpkı Juventus’un, klüp kurucularının ilk belirlediği renklere karşı duyulan saygıyı ifade etmek için bir dönem kullandığı pembe deplasman forması gibi...

Yönetim, kırmızı formanın yaratacağı ürün çeşitliliği mi yoksa kırmızı formaya yer vermeyip “erkekliğe” yapılacak vurguyu güçlü bir şekilde sürdürmek mi daha fazla kar getirecek diye sıkı sıkıya hesap kitap yapıyor olabilir. Tabii son yıllarda oldukça yükselen milliyetçilik olgusunu da göz önünde tutup kırmızı formayı yukardaki tarihsel gerçeklerle süsleyip satmayı düşünmeleri ve böylece olası bir “Erkek adam renkli takım tutmaz.” tepkisine karşı meşru bir cevap vermek istemeleri de ihtimal dahilindedir zannedersem. Aslında bunu düşündüklerini ise hiç sanmıyorum. Öncelikli olarak “erkek egemen” söylemi benimseyeceklerdir. Bütün bunları yazarken de şunu belirteyim. Klübün içinden herhangi bir bağlantım yok. Dolayısıyla fikirlerimi teyit ettirebileceğim veya en azından bunlara dair ipucu niyetine sunabileceğim herhangi bir bilgi yok.

Son olarak bu formanın geçmiş yıllarda kullanılış biçimindeki bir düzensizliğe dikkat çekmek istiyorum. Rakip takımlarla renk kargaşası ihtimali olmayan çok çeşitli zamanlarda bile İnönü’de takımın kırmızı forma ile sahaya çıktığını gördüm. Kırmızı forma İnönü’de giyilmemelidir çünkü iç saha formamız doğal olarak siyah-beyaz renklerden oluşmalıdır. Bu anlamda bazı şeylerin ayrımı da iyi yapılmalıdır. Kırmızı forma ancak bir deplasman forması alternatifi olarak karşımıza çıkmalıdır.

5 Temmuz 2009 Pazar

New York'ta Çifte Kupa Töreni

Alınmış kupalara Bertan'ın gösterdiği umursamazlığa, 'adam sen de'ciliğe morali bozulan fanatik Beşiktaşlı New York Büyükşehir Belediye Başkanı Bloomberg, çifte kupanın 8 pare top atışıyla kutlanmasını emretti.

İşte elimize bu gece New York'taki törenlerden geçen görüntüler:






4 Temmuz 2009 Cumartesi

Game Over



2 Temmuz 2009 Perşembe

Açık mektup



Sevgili Mesut,

2 gün önce oynanan İngiltere-Almanya UEFA U21 şampiyonası finalinin gollerini anca izleme şansı buldum.

Sana önceki helallerimin üstüne bir kez daha helal diyorum. Hatırlarsan ilk helalimi, sana doğa tesadüfü olarak bir ana ve bir baba sağlayan Türkiye yerine, seni besleyip yetiştiren ülkenin milli takımını seçtiğin gün demiştim. Bu kez helalimi finalde 2 asist ve şansa da olsa attığın bir golle taçlandırdığın U21 şampiyonası performansın sonrası aldın.

Bu yaştan 'winner'lar arasındaki yerini aldın. Daha 20 yaşındasın, kaybetmiş olsan da UEFA kupası finali oynadın, DFB-Pokal ve UEFA U21 turnuvası kazandın. Unutma Zidane dedikleri adam bile hiç UEFA kupası kazanmadı, Şampiyonlar Ligi için 30'una kadar bekledi.

Seneye Dünya Kupası'nda herkesin gözü üstünde olacak, atacağın attıracağın gollerle belki Barcelona, belki Manchester United yollarını tutacaksın. En aşağıda göreceğin adam ise evinde oturup, seni hegemonyası (aslında egomaniası) altına alamadığından çekirdek diye kendi tırnaklarını yiyor olacak. Yediği her tırnak için Türkiye'de seninle atan milyonlarca olmasa da binlerce kalp olacak.

Durmak yok yola devam,

Tuncay

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Evdeki hesap...

Planlar suya düştü..Ferrari transferinin de açıklandığı şu günlerde herkesin hayalini kurduğu "Delgado'yu bi takıma okutup gelecek parayla Ernst-Fink ikilisinin takım savunmasına katkılarını, yapacağı asistlerle süsleyecek üçüncü bir kaliteli orta saha oyuncusu alma" hayali suya düştü..
Denizli'nin prensi! 7 Temmuzda neşter altına yatıyor ve ilk tahminlere göre 4 ay sonra sahaya çıkacak.
"Ulan sezon biter bitmez niye operasyona girmedin be hey dürzü?!" sorusunun cevabı da belirsiz..kimi kaynaklara göre teknik heyet ve sağlık kurulu ameliyata gerek olmadığını belirtip Delgado'yu zorluyorlar..Ama yumurta kapıya dayanınca, kamp başlayınca artan ağrılara dayanamayan Mati çalışmalara katılamıyor ve çok değerli bir ay kaybedilmiş oluyor..

Tam bir Beşiktaş klasiği..Tam da işler yoluna girmiş, nokta transferlerle en azında ŞL'de adam gibi mücadele edebilecek bir kadro oluşturulmaya başlanmışken evdeki hesap bir kez daha çarşıya uymuyor..