22 Aralık 2010 Çarşamba

Delikanlı VACD'ciler..

































Biz de istiyoruz kardeşim :) Bertan ve Ege bu sese kulak verin...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Batuhan ve Mustafa Hoca























Mustafa Denizli'nin Batuhan hakkında düşüncelerini ilk duyduğumda kendisine olan sempatim biraz daha artmıştı. Bu sempatinin büyük bir sevgiye dönüşme anı ise Mustafa Hocanın düşüncelerini icraata döküp Batuhan'ı takımdan uzaklaştırmasıyla başlar. Altyapı fetişisti sevgi pıtırcıkları hemen ağlamaya başlamıştı "aman hoca geleceğimizi satıyorsun, 2 sene sonra 8 milyon € verip alırız bu adamı" vs..
Gelinen noktada bir kez daha Mustafa Hoca'nın haklı çıktığını üzülerek görüyoruz. Efsane LigTV ropörtajlarının yanına bir de yeni şerefsizlik eklendi. Bu kadarına da pes diyorum artık. Sakatladığın adam yerde yatarken attığın gölün sevincini yaşayacak kadar alçak bir adammışsın.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Geçmiş Olsun Holosko


















Bitmesin dertler tamam mı...bitmesin..

Zor Dostum Zor...

Yıllarca ülkede kariyer yapan futbolcu ve teknik direktörleri aldıkları ücretler ve bizlere göre yaptıkları katkılar ölçüsünde eleştirdik. "Bu adam bu kadar para kazanmayı hak ediyor mu?", "Günde şu kadar saat çalışan bir insan başka hangi ülke ve meslekte bu parayı alır" benzeri bir çok soruyla yüzlerce oyuncu ve hocanın altından girdik üstünden çıktık. Kimine "bu adam da oyuncu mu, ben o kadar şans alsam 5 gol 5 asist yapardım", kimine de "o oyuncuyu çıkarıp şunu alamıyorsan senin hocalığın batsın" dedik.

Vurdumduymaz oyuncular, hocalar gördük. Bencil, yeteneksiz, kibirli...bir futbol takımı için zararlı olgular hepsi..bunları da yaşadık ve tepki gösterdik ama çoğu zaman bu işin ne kadar zor, hele ki ülkemizde ne şartlarda icra edilmeye çalışıldığını unutarak tepkiler verdik.

Beşiktaşı düşünüyorum gözlerim kapalı..Yepyeni bir heyecan yaratılmış sezon başında. Bana göre çok yerinde bir hoca getirtilmiş takımın başına ve bu bir iddia üzerine yapılmış: "modern futbolun gereksinimlerini yerine getirecek bir oyun planı oturtmak". Çok heyecan verici iki büyük transfer yapılmış ve bir şekilde sezonun yarısına gelmişsin. Uefa'da devam ediyorsun ve kabul edelim ligde havlu atmışsın. Türkiye kupası da eh işte..
Kağıt üstünde Beşiktaşı hemen başarız olarak nitelendirebilirsin. Kişinin bakış açısına göre bu değişir. Bana göre Arsenal son 5 senede çok başarılıdır (bu hep yazmak istediğim ayrı bir yazı konusu inşallah ona da sıra gelecek) başkasına göre çok ciddi anlamda başarısızıdır zira son 5 senesinde kupası yoktur. Ama "aklı başında" adleddiğimiz mecralarda konuşulan ve yazılanlara tanık oldukça bu işin hakikaten ne kadar zor olduğunu daha iyi idrak ediyorum, Schuster'e ve oyuncularımıza kolaylıklar ve sabır diliyorum.

Şu an Beşiktaşı hunharca eleştiren, hocanın hocalığını, oyuncunun karaktersizliğini bırakmayan insanları da bazı gerçekleri düşünmeye davet ediyorum ve ne istediklerine artık karar vermelerini istiyorum.

Beşiktaş ortalama iki senede bir şampiyon olan bir takım mı? Bu sene şampiyon olamazsa o yüzden mi başarısız?
Beşiktaş her sene altyapıdan 3 genç yıldızı adayını takıma monte eden hocalara sahipti, Schuster o yüzden mi başarısız?
Beşiktaş her sene oyunu rakip sahaya yıkan, ağzınızdan salyalar akarak izlediğiniz "Barcelona futbolu" oynuyordu da bu ekip bu sene bunu bozduğu için mi başarısız?
Bu kadar çok sakat ve eksik oyuncunun olduğu bir kadro (bu yazıyı yazdığım esnada Holosko'nun sakatlık haberi de geldi) eldeki imkanlar dahilinde sahaya sürülen bir onbir ile oynadığı için mi başarısız?

Evet, bana göre de Beşiktaş başarısız hem de çok başarısız. Peki ama neden? ligdeki konumu, rakiplerine puan kaybettiği için mi? HAYIR!

Artık ciddi anlamda "Beşiktaş-Beşiktaşlı için başarı nedir?" sorusunu tartışıp bunun üzerine gitmek zorundayız.
Quaresma ve Guti transferleri, şampiyonlar ligi ve La Liga gediklisi bir hoca ile birleşince beklenti de artmış oldu. Yanyana bu üç ismi yazan insanlar 4. kelime olarak Türkiye kupasını yakıştıramadı kendilerine! Herkesin dilinde bir UEFA kupasıdır gidiyor. Çok net ve kalben söylüyorum; UEFA kupasını zerre kadar istemiyorum, bu sene bu kupayı alsak bile (alamayacağımızı tabii ki biliyorum) kesinlikle bir başarı unsuru olamaz.
Önümüzde çok güzel örnekler var, yine başka bir yazı konusu olmasına rağmen, yazımın son kısmına geçmeden önce değinmek istiyorum.

Galatasaray, Fulham ve Shaktar. Galatasaray ve Shaktar kupayı aldılar, Fulham finalde kaybetti. Şu soruları soralım: Fulham bu kupayı alsaydı 10 senelik planlarında ne değişecekti. Shaktar o kupayı alamasaydı kulüp şu anki seviyesinden ne kadar uzaklaşacaktı? Galatasaray o kupayı almış olmasına rağmen çok uzun süre de değil, hemen ardından hangi mantalitenin sonunda ne durumlara düştü? Bunların hepsi ayrı bir yazı hak edebiliyor ama en azından aklımdaki biraz anlatabildiğimi umuyorum.

Arkadaşlar; Şu anda bu takımı, bu oyuncuları ve bu hocayı yerden yere vurarak enerjimizi yanlış noktalara kanalize ediyoruz. Beşiktaşın şu an hala bir planı yok, projesi yok, stadı yok. Farkındaysanız sürekli bir takrara girmiş durumdayız ve formülümüz çok basit: hocayı yolla-oyuncu yolla-oyuncu yolla-bir kaç yönetici istifa edebilir arada-hocayı yolla. Bu gidişatın bize bir şey katmayacağı çok açık, tıpkı önümüzdeki acı tablo gibi: 320 milyon TL borç ve en kötüsü bunun 90 milyonunun tek bir isme olması!

Beşiktaşı annesi gibi, karısı gibi, sevgilisi gibi seven Beşiktaşlılar! Artık tek tek oyuncular üzerinden, hocanın yanlış kararları üstünden kahrolup Beşiktaşa üzülmeyi bırakalım. Bundan çok daha ciddi olan sorunlarımızı görelim. Bu takımın yeni bir stada kavuşması için elimizden geleni yapalım. 2012 Kriterlerine yaklaşabilmek adına ekonomik anlamda yapabileceğimiz bütün kesintileri yapalım. Her sezon hatta ara transfer sezonlarında bile yabancı transferi beklentilerimizi bırakalım. Alt yapıdan yetişen oyuncular yeteneksiz bile olsalar oynadıklarında garipsemeyelim, kızmayalım. Benim için futbolcunun yerlisi-yabancısı, yaşlısı-genci, altyapıdan yetişeni-transfer olanı yoktur diyelim. Fiyat-performansa bakalım ve Necip'in Ersan'ın, Ali'nin, Onur'un takımdaki konumlarını biraz da böyle, bize olan maliyetleri ölçüsünde verdikleri üzerinden değerlendirelim.

Artık boş hayalleri bırakılım, her mali kongre sonrası yüzümüze tokat gibi çarpan gerçekleri dikkate alalım ve bu takımı, oyuncuları, hocayı eleştirmeyi bırakıp büyük resme bakalım: Beşiktaş nereye gidiyor? Beşiktaşın bu plansız-projesiz-stadsız derbeder hali nereye kadar devam edecek ve buna kim dur diyecek?




2 Aralık 2010 Perşembe

Sen Ay'a Ben Yaya...

Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören, Barcelona gibi takımları büyük sponsorluklarla yakalayabileceklerini söyledi.

Kendisine mevcut durumu aşağıdaki gibi aktarmak isterim! Anlarsa tabii...



28 Kasım 2010 Pazar

Geçmiş Olsun...

























Manuel Fernandes































Yeni transferimiz hayırlı olsun demekten başka bir şey düşmüyor tabii ki bize. Transferde Bernd Schuster ve Q7'nin referansları (Portekiz milli takımından) olduğu düşünülünce insanın içi rahatlıyor bir nebze . Ancak sezon öncesi planlama - yabancı kontenjanı - transfer politikası gibi bir kaç olguyla yanyana gelince alaturkalıktan ödün vermediğimizi görüyoruz yine..

Bu sene 90 dakika üç Valencia maçı izledim, ikisinde oynadı arkadaşımız. Açıkcası bu sene ilk 11'de yeri garanti olan bir arkadaşımız değil. Albelda - Mehmet Topal - Banega - Tino Costa'nın olduğu takımda ilk 11 oyuncusu olmak da kolay değil zaten. Bu sezon ŞL'de 4 (ki bunlar hep son 15 dakikalık dilimde oyuna dahil olarak) La Liga'da 7 maça çıktı (5'i ilk 11 ve 90 dakika).
Aslında La Liga'da ilk 11'de yer alıp 90 dakikayı tamamladığı beş maçın dördüne bakınca futbol karakteri hakkında önizlenime sahip olabilirsiniz: Barcelona - Sevilla - Athletico Bilbao - Mallorca. Evet arkadaşımız fazlasıyla defansif özelliklere sahip bir oyuncu. Kimse kendisinden hücumda ekstra işler beklemesin.

Bana göre bir Emre değil (bkz. Rıdvan Dilmen'le Bir Alex Değil) ama çok çok iyi bir Aurelio ve iyi bir Ernst olabilir. Hücumdaki katkısı da maximum Ernst ya da Kleberson seviyesinde olur. Bunun dışında bir de ekstra özellik; Aurelio Ernst ya da Kleberson'un yapamayacağı Stoper katkısını da yapabilir. La Liga'da stoper oynadığı bir kaç maçını da izlemiştim. Fizik dezavantajına rağmen (1.76) pozisyon sezgisinin iyi olduğunu belli ediyordu. Ayrıca korakor mücadeleden de kaçmıyor gibi. Gönlümüzden son şampiyonluktaki Ernst katkısı ya da 100.yıldaki Federico Guinti etkisi geçiyor.

"Bu adam gelince Ernst-Aurelio-Necip-Fink ne olacak!" tartışmalarını sizlere bırakıp yazının sonunu Ich Emre'den güzel bir cümle ile getirip kaçalım... "Beşiktaş bir yabancı daha getiriyor.. Yıldırım Demirören derin dondurucuyu çoktan çalıştırmıştır, bakalım kimin sözleşmesi dondurulacak."


24 Kasım 2010 Çarşamba

Medyadaki Peçete Terkler...

Geri zekalılık bedava tabii..Ülkemizdeki "Futbol Medyası"nın geçim kaynağı, stratejisi, ana akımı ve karar vericileri de malumunuz. Hal böyle olunca ortaya her gün ayrı bir pislik bırakılıveriyor. Fındık kadar beyinleri ile muhakeme yapamadan, olmayan akıllarına gelen ilk cümleleri çiziktiriveriyorlar. Aşağıda bu mühim vecizelerden son günlerdeki favorilerimi alıntılıyorum.

İlk örneğin yazarına ulaşamadım ama Zürriyet gibi büyük! bir medya kuruluşundan: Şu meşhur "60'ların futbolu" polemiğine gönderme yapacaklar akıllarınca. "1960'ta kalmışsınız" başlıklı yazıda geçen cümle:
"1959’da doğan ve 1960’da sadece 1 yaşında olan teknik adamın bu sözleri şaşkınlıkla karşılandı."
Burada bu geri zekalılığı irdeleyecek kadar düşmedik tabii ama kayıtlara geçsin, seviyenin, zeka parıltılarının nerelerde gezdiğini belirtelim (Bu arada tarih yazarlarından rica ediyorum lütfen bundan sonra yaşamadıkları görmedikleri 100-200 yıl öncesine ait olaylar üzerine yazmasınlar!! olum siz daha doğmamıştınız o günlerde neyi yazıyorsunuz??)..

İkinci örnek ise önemli bir Türk büyüğü olan Ahmet Hoca'dan geliyor: Gazetedeki yazısından alıntımız şu şekilde:
"Schuster'in Konya maçından sonraki rezilliğine ne demeli? Türkiye'de 1960'ların futbolu oynanıyormuş! Bu, komik, çocukça ve futbol cehaletini ortaya koyan bir açıklamadır.Günümüz şartlarında hangi takım 1960'ların futbolunu oynarsa en az üç oyuncusu sahadan atılır. Bunu Schuster'in beyni anlayamıyor. Oyun kuralları 50 sene içerisinde o kadar çok değişti ki; artık kanataçyo ya da sokak deyimiyle"Çanakkale geçilmez" futbolunu oynayabilmek pratik olarak mümkün değil.
Velev ki; Schuster söylediği bu saçma sözlere gerçekten inanıyor. O zaman Türkiye'ye niye geldin kardeşim? Türkiye'ye tatil planlayan bir Alman turist bile gideceği şehirdeki otelleri, restoranları, barları inceleyip gelirken sen böylesine yine senin sözlerinle demode bir futbol ülkesine neden geldin?"

Bunun neresinden tutsam elimde kalır ama yazdığı iki satır müsveddenin basımında catenaccio (katanaçyo) kelimesini bile kontrol etmekten aciz bir adamın cürreti ve hiddeti hakikaten takdire şayan!

İşte Beşiktaşlı; sağımız solumuz sobe noktasına gelmiş bulunuyoruz. Schuster babamızın oğlu değil, Schuster'i müdaffa etmekle görevli de değiliz. Biz Beşiktaş taraftarıyız ve desteğimiz sadece Beşiktaş içindir. Schuster'i beğenmezsin, nedenlerini açıklarsın ve her zaman eleştirebilirsin ancak lütfen Schuster ile ilgili konuşurken iki saniye yutkunup yukarıdaki örneklerde olduğu gibi "geri zekalı" konumuna düşmemeye özen göster..

21 Ekim 2010 Perşembe

Durmayı Bilmek




Futbolcuları tek hatada silmemeyi desteklerim, hata yapanı ertesi maç kesmenin uzun vadede daha büyük zararları olduğuna da katılıyorum, ama hataların en büyüğü bir hatada bu kadar fazla ısrar etmektir. Hakan Arıkan ısrarı artık Beşiktaş'a zarar veren boyuta gelmeye başladı.

Büyük düşüş Fenerbahçe maçında başladı, Hakan yine armut gibi bir yan topa çıktı ve yedirdiği golle nerdeyse maç gidiyordu. Sonra sakatlandı ve yerine geçen Cenk nerdeyse hatasız bir şekilde maçı tamamladı. O maçtan beri her hafta yediğimiz bir golde irili ufaklı bir hatası var, bunlardan sadece Antalya maçında puan kaybetmedik ve sadece o maçtaki yan top hatası değil.

5. Hafta, Fenerbahçe 1 - 1 Beşiktaş;
Yan topta boşa çıkıyor, Hakan yüzde yüz suçlu

http://www.youtube.com/watch?v=ZrCksBndp4I


6. Hafta, Beşiktaş 2 - 1 Antalyaspor
Bir Hilbert - Hakan ortak çalışması, ikisi de kesinlikle sütten çıkmış ak kaşık değil

http://www.youtube.com/watch?v=KNU9qVoTDUw


7. Hafta, Trabzonspor 1 - 0 Beşiktaş
En büyük hata o topa vurduran defansta, lakin Hakan yine yan top zaafını gösteriyor. Önce topa çıkıyor, sonra vazgeçip geri dönmeye çalışıyor.

http://www.youtube.com/watch?v=erquQ-zCv5Q


8. Hafta, Beşiktaş 2 - 3 Manisaspor
Bu yazdığım goller arasında en az hatası burada var. Ama yine de Dixon'ın attığı Manisa'nın ikinci golünde çıkıp çıkmamak arasında tereddüt ediyor, biraz yerini kaybediyor. Hep aynı yan top güvensizliğinin getirdiği şeyler.

http://www.youtube.com/watch?v=yGFwUhWjAcI


UEFA Avrupa Ligi 3. Hafta, Beşiktaş 1 - 3 Porto
Ve bardağı taşıran son damla, Falcao'nun golünde yine boşa çıkıyor ve en kibar tabiriyle armut gibi bir gol daha yiyor.


Sadece 4 haftada kendi bireysel hatalarıyla yaptığı hasarın tarifi yok, daha bir de maç içinde yaptığı ama golle sonuçlanmayan hatalar var. Daha kötüsü de şu ki, bu hatalar sonucu hem özgüvenini kaybediyor ve daha kötü hatalar yapmaya başlıyor, hem de iyi yaptığı şeyleri de yapamaz oluyor. Hakan yan toplarda hep kötüydü, ama en azından karşı karşıyalarda, bire birlerde son derece iyiydi, refleksleri sağlamdı, son haftalarda bu pozisyonları da yemeye başladı.

Schuster bir kumar oynadı, Hakan'ı hatasından sonra oynatarak ona güvendiğini gösterdi, kalecisini kazanmaya çalıştı, fakat bu kumarı kaybediyor. Hakan sürekli hatalarına devam ediyor ve bir araya ihtiyacı olduğu çok açık. Manisa maçında taraftarın yarısı onu ıslıklarken diğer yarısı da ıslıklayanları protesto etti. Porto maçından sonra ben ıslıklayanları duydum, fakat ıslıklayanları protesto edenler varsa da onları duymadım. Bir sonraki maçta Hakan'da ısrar etmek onu kurban etmek olacaktır, umarım böyle bir hataya düşülmez. Yedek konusunda da sıkıntımız yok, tecrübeyse Türkiye'nin en tecrübeli kalecilerinden biri, yetenekse Türkiye'nin en fazla gelecek vadeden genç kalecilerinden birisi bizde, varsın bu maç onlardan biri geçsin.

Hakan aslında daha zoru başardı, Liverpool maçından sonra silinip gitmedi, ki o maçta yediği hiçbir golde de bence hatası yoktu (malesef şimdi tek tek oturup onları izleyemeceğim, zaten kötü bir hatıra, bırakalım geçmişte kalsın), ama 8 gol yiyen bir kaleci dünyanın neresinde olursa olsun hedef olur. Hakan o şoku atlattı, tekrar güven veren bir kaleci olmaya başlamıştı, hatta bu sezonun başında da olağanüstü kurtarışlar yapıyordu, ama şimdi durup dururken üst üste yaptığı hatalarla kariyeri dönülmez bir viraja girmek üzere. Ben Hakan Beşiktaş'tan yollansın demiyorum, ama kesinlikle şu anda yedeğe çekilmesi, dinlendirilmesi ve tekrar özgüven kazandırılması gerekiyor.

Ha bir de, allah rızası için, birileri şu çocuğa yan top çalıştırsın...

8 Ekim 2010 Cuma

hmmm




http://www.ntvspor.net/haber/dunyadan-futbol/24734/liverpoolda-puan-silme-tehlikesi

Haberin vahimliğini ve ilerde Beşiktaşımızın başına açılabilecek ekonomik sorunları şimdilik geçiyorum. Benim dikkatimi çeken muhteşem fotoğrafın sol alt köşesindeki atkı.

Ehehe, canım sıkıldı evet...

7 Ekim 2010 Perşembe

Mal Beyanı!

"Mal Beyanı" öyle olmaz...


































Böyle olur...



























Burası Beşiktaş
Alayına Gider
Uğraşma Bizimle
Götoğlanı sözde "basın"

22 Eylül 2010 Çarşamba

Nihat Kahveci


Keşke gelmeseydin de seni hep iyi halinle hatırlasaydık. Sahada aciz durumlara düşüyorsun, takım arkadaşlarını engelliyorsun, takımın düzenini bozuyorsun, bizleri çıldırtıyorsun...

Bu parayı ve bu formayı hak etmiyorsun.

UEFA.com'da şut dersi verirken dediğin gibi "Futbolda dün yoktur."

"Bugün" yoksun ve "dün"ü de bitirmek üzeresin.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Kaptana Saygı


Deli gibi seviyoruz.

Not: Gerçek boyutu (1900x1200) için imajın üzerine tıklayınız.

2 Eylül 2010 Perşembe

Guti Haz.
































"I'm gonna make him an offer he can't refuse."

19 Ağustos 2010 Perşembe

Üç büyükler

Dünyanın en büyük malzemecisi:

[n750039759_278024_8624.jpg]

Dünyanın en büyük topçusu:


Ve karşınızda, dünyanın en büyük sanatçısı: http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/15585605.asp?gid=362

17 Ağustos 2010 Salı

Flaş Haber

Serkan'dan gelen son dakika bombasını aktarıyorum:

Beşiktaş Robinho ile anlaşmış. Bonservisi 18 milyon euro'ya alınmış, Robinho da senelik 4.2 milyon euro alacakmış. Sponsor M Oil, transfer bu akşam ya da yarın sabah açıklanacakmış.

Kaynak: Kıçımız

Gizem dolu, esrar dolu bir post oldu gerçekten.

10 Ağustos 2010 Salı

Uzay Yolu

Beşiktaş'ın bu sene kullanacağı formalarla ilgili görüşlerimi bildirmeden önce genel bir konuya ilişkin görüş ve düşüncelerimi özetle ifade edeyim.

Futbol takımlarının görsel kimlikleri Ortaçağ'ın kol arması geleneğinden bugünlere geliyor. Bu gelenekten gelen logolar birbirine oldukça benzeyen görsel elemanlar olduğu için klüpler açısından ortada ciddi bir "kimliksizleşme" sorunu var. Kimlik yönünden farkındalık yaratma özelliği zayıf olan bu logolarda ayrıca okunma problemleri, zayıf tipografi ve simetriye verilen aşırı önemin getirdiği "monotonluk" gibi başka tasarım problemleri de göze çarpmakta.

Mevcut kimliksizlik, forma tasarımlarına da doğal olarak yansımış durumda. Futbol takımlarının orjinal formaları yok. Mevcut formaların hemen hepsi birbirinin birer kopyası veya çok benzeri. Bu anlamda tasarım yapan firmaların ise her takıma özgün bir anlayışla forma tasarladıklarından da bahsedemeyiz. Bu firmalar, hemen her yıl belirli şablonlar üretiyorlar ve mevcut şablon üzerinde renkler haricinde herhangi bir değişikliğe gitmeden anlaşmalı oldukları klüplere forma sağlıyorlar. Böyle olunca pek çok takımda biçim olarak birbirine benzeyen formalar görüyorsunuz.

"Orjinal forma" değil ama "klasik forma" diye bir gerçek var. Zaman içerisinde pek çok takım sürekli olarak belli bir tip forma biçimini kullandığı için bir noktadan sonra bu tip formalar "klasik" olarak adlandırılıyor. Ancak görsel kimlik yönünden birbirine çok benzeyen bu klüplerin bu formaları da birbirine çok benziyor.

Beşiktaş'ın bu sezon için kullanacağı formalara baktığımızda geçen seneye göre daha sade tasarımlar görüyoruz. Tasarımlarda çoğu zaman olduğu gibi kayda değer bir özgünlük yok çünkü formalar, şekil itibariyle üretici firmanın mevcut şablonlarından birisi üzerine yapılmış.

Formaları incelerken gözüme çarpan en önemli sorunlardan birisi gövde yanı ve kollardaki çizgilerin yarattığı "kalabalık" oldu. Formalardaki sadeliği ve dolayısıyla şıklığı alıp götüren, herhangi bir tasarım işlevine sahip olmayan bu çizgiler mevcut formadan atılsaymış ortaya gözü yormayan, kalabalık etmeyen bir tasarım çıkabilirmiş. Bu problem, çubuklu forma ve siyah formada daha da "bağıran" bir durum ve gerçekten de çok rahatsız edici bir düzeyde. Siyah formanın yanındaki çizgiler de zaten çizgi olarak belli bir varlığa sahip formada kirlilik yaratıyor. Her şeyin altına bilinçli/bilinçsiz çizgi çekme eğilimi mi bu durumun oluşmasına hizmet ediyor bilemiyorum ama bunlar bir amaca hizmet etmiyor.


Çubuklu formada omuz kısmında yay şeklindeki sınırdan başlayan siyah alan uzayıp giden çubukları sınırlıyor ki ortada "giden" bir şey varken onu bu şekilde sınırlamanın çok anlamsız olduğunu düşünüyorum. Forma yüzeyinin az bir alanla kaplı bir yerinde tutarsız boyutta yapılan böyle bir kısıtlamanın mevcut "çubuklu" vurgusuna darbe indirdiğini düşünüyorum. Yine gereksiz bir müdahale, yine gereksiz bir öğenin eklenmesiyle mevcut kalabalıklığı arttırma durumuyla karşı karşıyayız. Forma arkasının ise düz renk olması da çubuklu vurgusuna dair tutarsız bir yaklaşım ve UEFA'nın kuralları bu anlamda benim için devre dışı.

Sadelik, "tasarım" dediğimiz olgunun ta kendisidir, özüdür. Kalabalıklık da yaratılabilir ve tercih konusu olabilir ama eğer böyle bir şey yaratılmaksa amaç, vurgu bunun üzerine yapılır ve gerçekten de kalabalık ama "net" bir şey karşımıza çıkar.

İsim ve sırt numarası için kullanılan "outline" özellikli yani mevcut şekil üzerine eklemlenmiş ve çizilmiş bir yapıdaki yazı karakterinden bahsetmezsek olmaz. Kullanılan font "Millenium" adlı bir fontun türevi, modifiye edilmiş bir hali. Bu font; bildiğimiz, çok ünlü bir dizi olan "Star Trek (Uzay Yolu)"te kullanılan fontlardan bir tanesi. Belli bir amaç ve konu üzerine üretilmiş ve haliyle kimliği olan ve konu itibariyle başka alanlarda kullanılması sorun yaratabilecek tipte bir font. Biz bir uzay gemisi değiliz, Demirören de Captain Jean-Luc Picard değil :)





Mevcut şablonun "outline" hissiyatı vermemesi de bu fontun burada kullanılma uygunsuzluğuna işaret eden bir başka gösterge. Formaların tamamı bütün saydığım sorunlar haricinde genel özellik itibariyle "keskinlik" arz eden tasarımlar ve hal böyle olunca bu font ile formanın tasarım bütünlüğü bozuluyor, formalar bayağılaşıyor ve "el bezi" kıvamına geliyor. Halbuki geçen sene kullanılan Helvetica türevi, karakter itibariyle sağlam ve stabil bir görüntüye sahip ve pek çok konuda rahatlıkla kullanılabilen bir yazı karakteri kullanılsaydı, mevcut yazı karakterinin "bozduğu" bir ortamdan bahsetmeyecektim.




Yaka arkasında "script" fontu ile "Beşiktaş" yazmanın amacı nedir merak ettim. Bakın bu tarz fontları kullanmak için o fontların kullanıldığı ve yaratıldığı konu ile içeriği iyi bilmeniz gerekir. Bu tarz bir "script" font, "Art Nouveau" ve "Victorian" stil gibi, "barok" ve "rönesans" gibi akımlar ve dönemler dahilindeki tasarımlarda kullanılabilir ki zorlarsanız belki "retro forma" tasarımında bu tarz bir yazı karakteri kullanabilirsiniz. Bu formaların hiçbiri tasarım itibariyle "eski" değil.

Sırt numaralarının dip kısımlarına küçük Beşiktaş logoları koymanın zevksizliği de apayrı bir hadise. Neyse...

Belirtilen problemler çözülmeyecek problemler değil ama şunu sormak daha önemli: Klüplerin ne zaman orjinal bir kimlikleri ve dolayısıyla buna bağlı olarak orjinal formaları olacak? 1997-1998 sezonunda ŞL için giyilen beyaz ve çubuklu formalarda sırt numaraları klüp ambleminin silüet şekli içine alınmış ve bu şekilde özgünlük yolunda bir adım atılmıştı. Gerisi gelmedi.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Mezarcı


Real Madrid ve Aziz Yıldırım özentisi tribün ve transfer şovunuza devam edin. Sizin asıl işinizin yukarıdaki gibi olduğunu ben iyi biliyorum.

Klübü borç batağına soktunuz. Altı yılda borç 27 milyon liradan 220 milyon lirayı buldu ve geçti bile. Ortada ise ne bir borç yönetimi, ne bir yatırım ne de bir başarı var. Sadece çöpe giden hayaller, umutlar ve kaynaklar var. Fulya, futbol takımı ve transferler, stad projesi, amatör branşlar, Kartal Yuvası, BJK TV vs vs... Del Bosque tazminatından Tabata fiyaskosuna kadar hepsinde rezil oldunuz, bizleri rezil ettiniz.

Yetmiyormuş gibi başkalarına özendiniz. "Beşiktaşlılık duruşu" diye bir paravan yarattınız ve her seferinde arkasına sığındınız. Herkesin bize olan saygısını bitirdiniz. "Beşiktaşlılık duruşu" diye diye Beşiktaş'ın içini boşalttınız! Kendi taraftarınızı kendi stadınızda çapulculara yedirdiniz!

Ey elleri ve kolları görünen zombiler,

Zombi geldiniz, zombi gideceksiniz. Sizler için Cypher'dan geliyor: "Ignorance is bliss (Cehalet erdemdir)." Zaten yaşamıyorsunuz ki...

Yetmez Demirören yetmez! Daha çok kaz, daha derin olsun!

Tehlikenin Farkında Mısınız
Tehlikenin Farkında Mısınız II

Sesimizi Duyan Yok Mu?

Göz göre göre adamı pazarlıyoruz, her sabah çıkan haberleri görüp kafamı duvarlara vurasım geliyor. Son haberler ürkütücü, Yunan takımlarının Ferrari için görüşmeye gelecekleri yazılıp çiziliyor. Kaliteli ve yaşı belli bir noktaya gelmiş oyuncuyu ucuza alma konusunda bizden bir kaç gömlek üstün olan bir ülke Yunanistan ve Ferrari konusunda ciddilerse bizim elit yönetim kadromuz! üçe beşe bakmaz anında bırakıverirler kapı gibi adamı.
Şu aşamada, mevcut stoper kadromuzla bu transfere onay vermek tam anlamıyla bir katliamdır, bir çuval inciri bok etmektir.





















Şu güzel görüntüyü bozmanın bi manası var mı?

Gidişat böyle olursa iki hafta sonraki durumumuz da buna benzeyecek üzgünüm...
































(bkz. gollerimi açeydim böyle iki yena getme deyeydim)

25 Temmuz 2010 Pazar

Hüzün...

Vedat Abi'nin gidişini düşünürken aklıma gelen bir başka "gidiş" ya da gönderiliş...
Benim için hüznün tanımları arasında var olacaktır bu görüntüler her zaman.
Seni unutmayacağız Oscar...


İki sene taraftarı üzdünüz
Galatasaray Şampiyon olsun dediniz
Yeter artık Yıldırım Demirören
Cordoba gidiyor senin yüzünden
Seviyoruz Cordoba'yı
Çünkü o bir Beşiktaşlı

20 Temmuz 2010 Salı

Dün değil miydi gidişin?

ben uz ele gideli 5 sene oldu,
her sene benden bir şeyler eksildi.
her döndüğümde de birileri eksikti.
geçen seneden beri de sen eksiksin Vedat abi.

adamlığın şampiyonluklarla ölçülmediği yıllardan,
geriye kalan yadigarlardan biriydin;
sen de gittin, kaçınız kaldı Vedat abi?

sana değil,
geride kalan bize;
şampiyonluk görememene değil,
"şampiyon olana kadar sakalları kesmeyeceğim dedin, ondan beri de sakallısın" denince,
sen "ama çok olduk ondan sonra" derken sesindeki burukluğuna;
sen gideli 1 sene olmasına değil,
asla dönmeyecek olmana bu gözyaşları...

[kalbimizdesin.jpg]

görsel: Ege Sezen

6 Haziran 2010 Pazar

Tehlikenin Farkında Mısınız II



Türkiye'de Youtube'a 3 yıldan, Beşiktaş'a ise 6 yıldan fazla bir süredir erişim sağlanamıyor.

Tehlikenin Farkında Mısınız

4 Haziran 2010 Cuma

Teşekkürler Mustafa Hoca


sarmışsa ruhunu dalgalar
anlatır gibi her şeyi
kalbim barışmış gözyaşlarıyla
nastasia elveda

2 Haziran 2010 Çarşamba

6+2+2+1
























6+2+2 tartışmaları daha çok yeniyken yönetimimiz her zamanki gibi herkesi ters köşeye yatırdı ve tüm bu tartışmaların, şablonların ötesinde hepsinin başına +1 kodu afedersiniz. Q7 beklerken B1 geldi anlayacağınız. Olay çok sıcak, Mustafa Denizli'nin ayrıldığını açıklaması da öyle.
Hele bir soluklanalım daha detaylı değerlendiririz. Ama sıcağı sıcağına yapacağım ilk yorum biraz iyimser de olsa şu olur ki her zaman yabancı hoca tercihi konusunda söylerim bunu: "iyi, aklı başında ve kariyerli bir yabancı hoca her zaman yabancı oyuncu transferlerine 1-0 önde başlamanızı sağlar"..
Ha mevcut durumumuzda (Büyük Başkan faktörü, büyük borç yükü ve alacaklarını tahsil edemeyen oyuncularımız) yabancı transferi kesinlikle en önemsiz gündem maddemizdir o da ayrı mesele. Bir transfer yapana kadar çözmemiz gereken o kadar çok mesele var ki...

Bu arada Beşiktaşımı da Real Madrid'den aşağısı kesmiyor yani, ha benim tosunuma!!
Sonu Del Bosque'ye benzemesin ve hayırlı olsun diyelim..

30 Mayıs 2010 Pazar

"Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi"


Aslında her şey birdenbire Bertan'ın 9 Ekim 2008'de Facebook'tan beşimize birden attığı mesajla başladı:

"allahim sinan engin gitmis sonunda, zil takip oynayacam simdi lan. oh be ohhhh"

Mezuniyet sonrası birbirinden ortam bağlamında kopmuş olan beş kişiyi bir araya getirme yolundaki kıvılcımdı bu ifadeler. Aklına bir şeyler gelen anında görüntü yaklaşımıyla üst üste mesajlar attı. Beşiktaş eksenliydi tabii ki mesajlaşmalar. Neler yazılmadı ki :)

"KAra BelA nerelerdesin? bi ses ver ulan??"
"Ulan Denizli 3-4-3 oynatmış."
"butun takimi postaladin lan."
"serkan bu arada mallorca'larda ne canlar yaktin hala onun hikayesini duyamadik soyliyim. heralde islam dunyasinin eserlerini ziyaret etmedin taa oraya kadar gidip?"
"del piero geçen hafta sonu yine frikikten asmış. tuncay kod mu gömdün olm adama :) otomatiğe bağladı gördü mü lambalıyor :)"
"Zamanında bu Cim-Bom mavi renkli penye tişörtü deplasman forması diye giydi."
"5 mayıs 2007 bjk-fener maçından sonra gittiğimiz bir yer vardı, hatırladın mı? Orta yaşlı düzgün Türkçe konuşan Rus bayan garsonu vardı."
"ya bu arada bu serkanin sepia derbeder profil resmi beni bitirdi"
"ulen rastanı kazıt bakalım seni de göreceğiz bertan efendi:)) "


Başlayan mesajlaşmalar zinciri ile hiç öngöremediğimiz bir biçimde bu blogun temeli atılıyordu. Hepimiz takımı nasıl oynatacağımız konusunda ahkam keserken, bir yandan da çok ilgisiz şeylerden bahsettiğimiz de oluyordu. Ayarsız hafızam ile mesela durup dururken aklıma gelmişti Ahmet-Hakan-Ayşe'nin Çilli Bom şarkısı ve çektikleri fantastik klip :) Sergen, Şifo, Alpay, Sertan, Şener, Mosheu, Bolic... Serkan'ın Real Madrid temalı, Ahmet Abi soslu mesajları, Tuncay'ın orjinal küfürleri, Bertan'ın linkleri, Alican'ın UEFA gözlemcisi hali :)

Mesajlar birbirini takip etti, küçük bir forum kıvamına gelmişti artık ve bir süre sonra bir mecra belirleme aşamasına gelindi. "Newsgroup" tarzı bir oluşum düşünüldüyse de neticede blog açma fikrinde uzlaşıldı. Serkan'ın askere gitmesiyle blogun yayına girme tarihi mayıs sonuna ertelendi. Meğerse şampiyon olduğumuz gün olan 30 Mayıs 2009'da blogun ilk postunu göndermek kısmet olacakmış :) Blogun adı hususunda okuldaki "newsgroup"umuzun adı olan SUBJK'da karar kılındı.

SUBJK'nın öncesi hakkında ise biraz geriye gidelim.

Mevcut ekip içerisinde okula ilk giren benim ve ilk yılımda (2000-2001) TV odalarından birinde bir yuvarlak masanın etrafında 5-6 Beşiktaşlının toplanmasıyla başlamıştır bu oluşum. Sayımız o kadar azdı ki, bizim de bir "newsgroup"umuz olsun diye bir girişimde bulunmamıştık :) 2001'de okula giren ve sayılı Sabancı fenomenlerinden biri olan Tuncay'ın heyecanı sayesinde SUBJK adında bir newsgroupa sahip olduk.

Okulun bu tarz organizasyonlara destek vermemesine sayımızın azlığının eklenmesiyle birlikte pek faal bir grup olamadık hiçbir zaman ancak 2002'de Alaves maçı için İnönü'ye bir otobüs dolusu insan olarak yaptığımız çıkarmayı, 2004'teki Bilbao maçında stada giderken arkamdan gelen mahşeri bir Sabancılı Kartallar kalabalığını hayatım boyunca unutmam mümkün değil. Blogtaki "Geçmiş Zaman Olur Ki" ve "Geçmiş Zaman Olur Ki II" başlıklı postlar da o zamanlardan aklımızda yer etmiş bazı anları anlatıyor.

Şu an eskisi kadar yoğun olmasa "Gün Bayram Günüdür" başlıklı facebook mesajlaşmalarımız ile bunun ürünü olan blogumuz devam ediyor.

Tam bir yıl geçmiş, umarım soluğumuz kesilmez :)

18 Nisan 2010 Pazar

Lig Tiyatrosu


Türkiye'de futbol mu oynanıyor, yoksa bir tirad mı sergileniyor? Bu soruya benim cevabım şekildeki gibidir.

Bir şey daha ifade etmek isterim: Günün birinde size de adalet lazım olabilir.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Teşekkürler Beşiktaş


Bu sene bu kadroyla bize yaşattığın heyecanlar için teşekkür ederiz.
Önümüzdeki sene tüm organizasyonlarda akıllı işler yaparak daha iyi bir mücadele verme dileğiyle.

19 Mart 2010 Cuma

Konukevi



"Huzur verir."

10 Mart 2010 Çarşamba

İyi ki doğdun İboooo



İbrahim Üzülmez 10 Mart 2010 itibariyle 37. yaşına girmiş bulunuyor.. Her şeyden önce kendisi Türk Futbol'unda bir fenomendir, bu tartışılmaz..

Yıllarca orta yapamadığı halde Beşiktaşımızın vazgeçilmez oyuncusu ve kaptanı olması
Kendine has "kafa önde dümdüz giderim" stili ile sol kanattaki çimleri eskitmesi
Marke ettiği oyuncularla birlikte yere düşe kalka adamını bezdirip yıldırması
"Orta yapabilseydim İnönü'de değil Bernabeu'da oynadırdım" vecizesi
Benjamin Button hesabı gün geçtikçe gençleşmesi
Ülkemizdeki "X 30 yaşına geldi, artık yaşlandı yeaa" geyikçilerini alt etmesi...

say say bitmez İbrahimin efsaneleri

İyi ki doğdun büyük kaptan, deli adam :))

22 Şubat 2010 Pazartesi

Utanç


İnsanda maçı yorumlama, maç üzerine tartışma isteği bile bırakmıyorlar. Hani biz farklıydık? Biz centilmendik? Biz insaflıydık? Bizim "duruşumuz!" vardı? Biz insandık?

Ali Sami Yen'e küfür edenler, Arda Turan'a kız arkadaşı üzerinden dil uzatanlar ve tüm gayretleriyle mücadele edip bir kaç ufak olay dışında son derece centilmence oynamaya çalışan rakip oyunculara "hepiniz o. çocuğusunuz" diye bağıranlar...bir siz eksiktiniz Beşiktaşın şanlı mazisinde.

Bunların gölgesinde buraya maç yorumu yazmanın da bir anlamı yok ama genel olarak söylenebilecek bir kaç nokta şunlar;

-Bu sonuçla şampiyonluk şansı sıfıra yaklaşmıştır.
-Takım genel itibariyle oldukça istekli ve mücadeleci oynadı, bu sevindiriciydi, son Antep maçındaki gibi kaytaran oyuncular yoktu.
-"Gol yollarındaki sıkıntı"; üzerine kitap yazılabilecek bir fenomen oldu artık. Nobre'nin Guiza ile yarıştığına inanmaya başladım içten içe.
-Ferrari'yi özlemişiz doğrusu. Onun olduğu maçlarda insan daha güvenle bakıyor sahaya. Uzun bir aradan sonra zorluk derecesi böyle yüksek bir maçla sahaya dönmesine rağmen kalitesini ortaya koydu.
-Sene başında İbrahim Üzülmez için söylediklerim için özür diliyorum ve yalıyorum tükürdüklerimi.
-Zorlu Madrid deplasmanından dönüp İnönü'de böylesine mücadele eden GS'li oyuncuları tebrik ediyorum.

16 Şubat 2010 Salı

dat diri dat dat...


"Boş tribünlerdeki plastik koltuklar bizim 12. adamımız. Tribünler boş olduğu zaman takımımızın güveni yerine geliyor ve çocuklar daha istekli oynuyor. Boş tribünlerimizin yarattığı atmosfer gerçekten tüm dünyaya örnek olmalı. Rakip takımı adeta abluka altına alan o müthiş tezahüratlar ile İnönü'deki maçlarda kara kartalımız rakipsiz oluyor. Taraftarlara çağrımız, lütfen tribünleri boşaltsınlar, özellikle Galatasaray ile oynayacağımız kritik maç öncesi plastik koltuklarımızın desteğine büyük ihtiyaç var" açıklamasını yapan çiçeği burnunda yönetimin bitirim basın sözcüsü; 21 Şubat 2010 Beşiktaş Galatasaray maçında uygulanacak bilet fiyatlarını şu şekilde kararlaştırdıklarını bildirdi:

eski açik: 75,00 tl
kapali alt: 200,00 tl
kapali ust: 250,00 tl
numarali kenar: 225,00 tl
numarali orta: 250,00 tl
vip alt a-f: 250,00 tl
vip alt b-e: 320,00 tl
vip alt c-d: 400,00 tl
vip ust a-f: 450,00 tl
vip ust b-e: 550,00 tl
yeni açik: 75,00 tl


3 Şubat 2010 Çarşamba

Pollyanna Beşiktaşlıymış!

Beni üniversitedeki subjk camiasına kazandıran kadim dostum Tuncay'ın hemen alttaki talihsiz! açıklamalarına istinaden yazdığım bu mesaj, ağırlıklı olarak Tuncayımın büyük kısmına katılmadığım görüşlerine yapacağım yorumları içereceği gibi kısmen de bu sonuca imza atmış camiamız hakkındaki görüşlerimi yansıtacak (kısa blog tarihimizin en sıkıcı ve ciddi girişini yapana ödül yok muydu Ege :P?).

Arkadaşımızın da katıldığı, adayların açıklanmasından sonra netleşen ve halen devam eden görüş şu: kötünün iyisi oldu! Bu kötülerin de kötüsü olarak işaret edilen Murat Aksu'nun eleştirildiği noktalara sırayla bakacak olursak:

1- Seçime siyaset karıştırdı: Evet seçime siyaset karıştı, bunu Yıldırım Demirören, İsmail Ünal aracılığı ile çok güzel yaptı. Murat Aksu'nun babasının konumu itibariyle bu durumdan rant elde etmek isteyen siyaset çığırtkanları bu durumu çok güzel kullanıp bir kampanya haline getirdiler. İsmail Ünal'ın ofisi adeta seçim masası gibi çalıştı, Fikret Ormanla birlikte çok güzel toplantılar organize ettiler. İsmail Ünal da Deniz Baykal'a, gol sonrası "Başkanım beni gör!" sevinci yapan golcü gibi selamını çaktı.Ne de olsa seçimden Demirören değil, Chp galip ayrılmıştı.

2-Yönetim Felsefesinin ne olduğunu anlatmadi: Medyada da yaygın olan bir söylemdi bu Aksu için. Ne yapacağını anlatmaktan çok Demirören'in hatalarını anlatıp prim yapmayı tercih etti süreç boyunca dendi ki kısmen katılıyorum buna. Ama, felsefesinin kısa ve orta vadede sportif başarıdan çok, ekonomik kalkınma olduğunu, bunun için ekibinde üç tane finans uzmanı bulunduğunu defalarca belirtti. Beşiktaş şu an en hafif tabirle ekonomik bir buhran içindedir ve bunun da en büyük sorumlularından biri Demirörendir. Aksu bunun bilince olup, en azından ilk iki senede daha önceki gibi öz sermaye hanesi pozitif olan bir kurum yaratma amacındaydı zira bizim gibi öz sermayesi negatif olan kurumların piyasa tahvil sürmesi dahi yasaktır ve bu da sizi bir çok sıkışık noktada bağlar.

3-Yönetim Kurulunda Kayda değer biri yoktu: Demirören'de kimler var diye sormadan önce, sırf Gülengül Altınsay bile benim takdir ettiğim bir isimdir bunu söylemek isterim. Burada Aksu'nun listesinin savunuculuğunu yapmayacağım ama yıllardır Demirören'in listesinde bulunan bir çok basiretsiz, işe yaramaz adamdan çok daha fazla katkıda bulunabilecek ali baransel, murat akdoğan, emre berkin, yahya kemal gencer gibi isimleri bir çırpıda silip atmamak lazım. Demirören'in listesinde de sanki Koç ve Özilhan var..

4-Kulübün geleneklerine aykiri sekilde ibra olayina girdi: İbra ne demek? Aklamak, onaylamak. Bir organizasyon var, onun icraatları var, bunları değerlendirip belli bir dönem sonundan bunu onaylıyorsunuz. Böyle bir işi, ciddiyet gerektiren bir işi rutin hale getirmek ne demek? saçmalık..İbra gelenektir diyenlere afedersiniz ama küfretmek istiyorum. Böyle saçma bir gelenek mi olur ya? Sen sıçıp sıva, mahvet her şeyi, forum diliyle a.q, ondan sonra çık ortaya: ibra gelenektir, camiayı kaosa sürüklemeyin hede hödö..

Demirören kesinlikle çok başarısız bir Başkan olmuştur. Onun döneminde gelen kupaların azlığına bakıp, sportif başarıyı dikkate alıp bunları söylemediğimi hepiniz biliyorsunuz. Evet takım sportif açıdan başarılı olmadı ve bu kabul edilebilir bir durumdur, ama kulübün ekonomik açıdan sokulduğu durum tam bir faciadır ve asla kabul edilip onaylanamaz. Ama biz ne yaptık, tüm bunları onayladık ve yeniden başımıza getirdik (buradaki "biz"in ayrıca incelenmesi lazım aslında zira kongrede oy hakkı sahiplerinin kimler olduğunu az çok herkes öğrendi artık)

Tuncay demiş ki; "Ama genel kurulun karsisina kaydadeger bir aday çikarmamasi Demirören'in suçu mu? Bu kadar farkli sonucu baslarina silah mi dayayip aldi, kongre üyelerini satin mi aldi? Hepsinin cevabi hayir, kendisi aday oldu, adaylar arasindaki en iyi baskan ve yönetim kuruluna sahip oldugu için seçildi bu kadar basit."
Son derece yanlış. Bu adamın karşısına aday çıkmamasının en büyük sebebi, onun en büyük silahı: Kulübü soktuğu şaibeli borç batağı. Kulübü son derece yanlış transferler ve şaibeli işlerle (Zapotocny, Sivok, Tabata sadece üç örnektir) kendine borçlu kıl, ondan sonra bunu "bana bakın haa, seçilmezsem ertesi gün isterim 60 milyon TL'yi" gibi iğrenç bir üslupla iste. Al sana silah, kimin başına istersen daya! Ayrıca "satın alınma" mevzusundan da bu kadar emin olma derim Tuncay'a. Sadece benim tanıdığım bir Galatasaralı bir de Fenerli insan vardı geçen Pazar oy kullanan ve bunlar kimin başkanlık döneminde üye olup oy hakkı kazandılar acaba?

Bütün bunlar bir yere kadar ama, Tuncay gerçekten bilincin yerinde miydi şu satırları yazarken merak ediyorum: "Lütfen ekonomik düzeni kur ve Beşiktaş'ı 3 yıllık döneminin sonunda özellikle sana olan borcunu eritmiş şekilde kongreye götür."
Bu adamın yöntemi ve uygulamaları bu kadar belliyken, ayan beyan Beşiktaşın geleceğini ipotek altına almaya çalışıyorken, nasıl bir naifliktir bu ki hala borcunu eritip takımı düzlüğe çıkartıp bırakabileceğini düşünebiliyorsun? Daha ne kadar kandırılmak istiyorsun?

Başka sorum yok sayın yargıç...

(yazı çok uzun ve sıkıcı oldu farkındayım, son günlerde gündeme gelen protesto yöntemi ve felsefesi üzerine daha sonra bir şeyler yazmak isterim. Allah hepimize sabır versin...)

2 Şubat 2010 Salı

A dissident is here

İş güç vs. derken anca yetiştim bu konuya ama belki de biraz gecikmesi iyi oldu.

Blogun diğer yazarları dahil Beşiktaş'lıların neredeyse tamamına hakim olan fikir ve ruh durumunun tersi bir pozisyondayım. 2 gündür hakim görünen karamsar havaya karşıt durumda olmamın nedenlerini açıklamak gerek.

Hemen sadede gelelim. Kongre bu pazar yapıldığında sadece iki başkan adayı vardı: Yıldırım Demirören ve Murat Aksu. Demirören'i bir kenara bırakırsak, Murat Aksu:
  1. seçime siyaset karıştırdı (e.g. Bülent Arınç'ın gelip oy kullanması).
  2. yönetim felsefesinin ne olduğunu anlatmadı.
  3. yönetim kurulunda kayda değer bir isim dahi yoktu.
  4. kulübün geleneklerine aykırı şekilde ibra olayına girdi.
Sırf bu sebeplerden dahi o gün Akatlar'da elimde oy pusulası olsa oyumu Yıldırım Demirören'e verirdim. Çok mu seviyorum Yıldırım Demirören'i? Yoo. Bir çok kişi kadar ben de memnunsuzluk duyuyorum Yıldırım Demirören'le geçen 6 seneden. Ama hem gerçekçiyim, hem de biraz ağır olacak belki ama nankör değilim.

Şu resimde yazanlar genel olarak herkesin başkana olan tepkilerini toplu şekilde sıralamış. Demirören yönetiminin özellikle ilk 3 yılı, yanlışlarla bezenmiş bir dönemdi, hadi daha net söyleyeyim rezaletti. Del Bosque'nin gelişi de gidişi de yanlıştı, Sinan Engin'in kulüp kapısından içeri girmesi yanlıştı, transferler yanlıştı, başkanın konuşmaları yanlıştı, yanlıştı oğlu yanlıştı. Doğru bulduğum icraatları (e.g. Rıza'nın hem gelişi, hem gidişi, Tigana'nın gelişi) saymayacağım bile.

Ama biraz da el-insaf sevgili Beşiktaş taraftarı. Basketbol takımının Cola Turka olmasıyla ilgili vb. demagojik eleştirileri değerlendirmeyeceğim bile. Ama bir son 2.5 yıla bakalım, Ertuğrul'un gelişi yüzde yüz doğru, Metalist maçından sonra Ertuğrul'un kalmasını isteyen kaç kişi vardı? Ben yoktum! Mustafa Denizli'nin gelişi doğru, üstüne alınan çifte kupa. Takıma baksan, o ilk 3 yıldaki rezalet kadrodan eser yok, transferler çok iyi: Sivok, Ferrari, Fabian, Fink, İsmail, Holosko... Tabata ve Nihat transferleri bence doğru, ikisine de verilen para yanlış. Mustafa'yı ben olsam bugün yollarım, ama durmasına da yönetim kararı olarak bakarım.

Her neyse, sonuç olarak son 2 sezonki yönetimden ben memnunum. Bu Yıldırım Demirören kalsın demek mi diyorsanız, asla! Demirören ile kitlesel Beşiktaş arasındaki ipler çoktan koptu ve Demirören üstüste 10 kere şampiyon yapsa, 11. sezon 3 mağlubiyetten sonra "Yeter..." sesleri yükselecektir, dolayısıyla Demirören'in başkanlığı sağlıklı bir durum değil.

Ama genel kurulun karşısına kaydadeğer bir aday çıkarmaması Demirören'in suçu mu? Bu kadar farklı sonucu başlarına silah mı dayayıp aldı, kongre üyelerini satın mı aldı? Hepsinin cevabı hayır, kendisi aday oldu, adaylar arasındaki en iyi başkan ve yönetim kuruluna sahip olduğu için seçildi bu kadar basit.

Tüm bunların ışığında, en önemli noktaya geleceğim. Önce, ilk gün hezeyanı sandım ama giderek artan bir tepkisel hareket var. Türkiye'de olmadığım için halkı bilemeyeceğim ama özellikle internet gençleri arasında böyle bir durum var. Özellikle bugün bir sitede gördüğüm maçı terketme protestosu beni utandırdı. Katılacak olan herkesi şimdiden esefle kınıyorum.

Beşiktaş aşkların en güzeli diye yıllardır ben boşuna konuşmadım ama boşa konuşan çok varmış. Her zaman her yerde, seninle birlikte, ölüm gelsin isterse diye bağıranlardan, meğer samimi olmadığı halde bağıranlar varmış. Bırak ölümü, beğenmediği başkan seçildi diye takımı yalnız bırakacaklar varmış. Ölüm gelse Fenerli olacaklar herhalde.

Saçma gelse de, buradan önce taraftara sesleniyorum, eğer formaya aşıksanız, gidersiniz maça, adam gibi takımı desteklersiniz, maç bitince ne diyecekseniz dersiniz, zaten düşüşteki futbol takımının bir de sizin negatif enerjinize ihtiyacı yok. Başkanı sevmiyorum diye takımı bırakanlar (!) var yahu orda burda, otur o zaman evinde izle maçı. Diyeceğiniz bir şey varsa onu da gidip daha 2 gün önceki kongrede diyecektiniz.

Daha saçma bir şey yapıp Yıldırım Demirören'e sesleniyorum, taraftarla aran bozuk bunun farkındasın, her türlü sportif başarısızlığın sırtına kalacağının da. Lütfen ekonomik düzeni kur ve Beşiktaş'ı 3 yıllık döneminin sonunda özellikle sana olan borcunu eritmiş şekilde kongreye götür. 2 yıldır uyguladığın transfer politikasına (Tabata gibi acele transferler hariç) devam et. Thomas Doll'la ilgilendiğimizi duyuyorum, ne olur doğru olsun ve sezon sonunda Thomas Doll'la anlaşalım. Sinan Vardar'ın futbol takımında etkisini arttır ve genç oyuncuların takıma entegre olması için çaba sarfet. Beşiktaşlının Beşiktaş'ın dolayısıyla senin başarılı olman için istekli olduğunu unutma ve gerginliğe girme.

Özet olarak, ben Beşiktaşlı bir birey olarak, genel kurulun seçtiği eski başkan önderliğindeki yeni yönetim kurulunun başarılı olmasını istiyor ve 3 yıl boyunca, olağanüstü durumlar olmadığı sürece arkalarında olacağımı belirtiyorum. Başkanı sevmediği için takımı yüz üstü bırakacaklardan da utanç duyuyorum.

- Well certainly there are those more responsible than others, and they will be held accountable, but again truth be told, if you're looking for the guilty, you need only look into a mirror. (V for Vendetta)

Belirtilen Sıcaklıkta Saklayınız


Yoksa bozarsınız. Aman ha...

1 Şubat 2010 Pazartesi

Money Talks

Hakikaten para konuşuyormuş arkadaşım..Mastercard reklamları filan da yalanmış yani, paha biçilemeyen şeyler yokmuş, her şeyin ve herkesin bir fiyatı varmış.. Medyaspor'un delikanlı! muhalifi T.Y'nin de..Son zamanlarda hiç bu kadar kandırılmış hissetmemiştim, safmışız vesselam, ya da onlar çok çakal.

31 Ocak 2010 Pazar

Kongre Sonrası...


...birilerinin oyunu devam ediyor, bizler icin ise oyunun belgesellik seyri...

29 Ocak 2010 Cuma

Atlas


Bu wallpaper, yaklasik bir yil once takimimiza katilan ve bu kisa surede yaptiklariyla bir tesekkurden fazlasini hak eden Fabian Ernst'e olan saygi durusumdur.

Not: Gercek boyutlu hali (1900x1200) icin imajin uzerine tiklayiniz.

17 Ocak 2010 Pazar

Son Kullanma Tarihi



Bize yeni bir Beşiktaş lazım.