19 Mart 2011 Cumartesi

Kaptana mektup



Tayfur kaptan,

Beşiktaş'ımızın son 2 şampiyonluğunda birinde sahada kaptan birinde kenarda antrenör olma onuruyla karşısına çıkıyorsun bu kalleş ortamın. Son 2 şampiyonluğu dediğime bakma sen, benim neslimin hayal meyal hatırlamadığı tek 2 şampiyonluk onlar. Sana bu mektubu yazmayı isteme sebebim, antrenörlükte yapabileceğin hataların sana olan sevgimi körelttiği anda dönüp bunu okumak. Hani Rıza'yı çok sevenlerin bize Anadolu takımı futbolu oynattıktan sonra o kadar da güzel anmamaları durumuna uğrama diye.

Çok efendiydin, Beşiktaş'a yakışırdın, her maça ruhunu koyardın, düz ama temiz oynardın, sahaya baktın mı işte Beşiktaş kaptanı bu dedirtirdin duruşunla Kaptan, bunları herkes bilir de herkesin bilmediği hikayeler vardır herkesin içinde.

2004 Mart'ından bir gündü, senin için belki pek önemli bir gün değildir, hatırlar mısın bile bilmem. Açıp gününü bakmakla uğraşmayacağım internetten ama Pazardı. Yahu gününü bilmiyorsun da haftanın hangi günü olduğunu nerden biliyorsun deme Kaptan. Pazarları mabetten yurda dönmek zordu; maç bitimi aceleyle o yokuşu çıkıp Taksim'de son servise binmezsen biterdin çünkü.

Tepetaklak gidiyoduk o lanet Samsun maçından beri, sahaya kartopu attık diye İnönü'de oynamamız gereken bir önceki maçımızda Kocaeli'ne sürmüşlerdi bizi. Psikolojik olarak tabana vurduğumuz o İstanbulspor maçı hani. O bahsettiğim 2004 Mart'ının Pazarı geldi sonra. Her zamanki yerimde sizi bekledim çıkın diye. Homurtuyla alkış arası bir sesle çıktınız sahaya. Alışmamıştık 2 senedir bu hallere. Şimdilerde 2. ligde olan Elazığspor rakipti, bordo formasıyla.

Maç başladı, biz bağırdık Bordolular attı, biz daha çok bağırdık yine Bordolular attı. Bitmiştik de bu kadar mı bitmiştik yahu? İkinciyi yedikten sonra tam statta homurtular başlayacakken, top ceza yayına yakın bir yerlerde sana geldi. Gelir gelmez içimden geldi, "Vur Kaptan" diye bağırdım, sen beni duymadın ama vurdun; acayip de bir gol oldu. Sen de havaya sıçradın, ben de. Beni tanısan bilirsin, konuşurken bile sesi yüksek çıkan adamım, tribündekiler bana bakıp "Vurdu be" diyorlardı. Bir Mustafa vardı bizim tribünde amigo, hala oralarda mıdır bilmem. Setin üstünden yüzüme baktı, ellerini yumruk yaptı ve güldü. Attığın golle ayağa kalkan takım da, patlamak üzere olan taraftarı güldürdü, 5 attık sonra o gece. Sonrasını sorma o senenin. Seni de baydırmış olsa gerek o sene ki ertesi sezon bıraktın tadında.

Belki sana saçma gelecek ama, ne zaman geriye düşsek aklıma bir sen gelirsin, bir de o maçtan bir önceki seneki Dinamo Kiev maçı hatrına Pancu gelir. Bu seneki oynadığımız Kiev maçlarında ne sen vardın ne Pancu be Kaptan.

Onu anladım da bana bugünden bahset diyeceğini tahmin ediyorum. Bugün Kayseri maçıyla -- muhtemelen bu sezon sona erecek -- bir maceraya başlıyorsun Kaptan. Europa'ya katılmak istiyoruz bunu biliyorsun da, asıl ne istiyoruz onu da biliyorsun. El-14 gol attığında gidip armayı öpmüştü ya. Bizim içimiz gole değil ona cızırdıyor. Gol atınca birbirilerine sarılan, armayı öpen, yenilince beraber yıkılan bir takım istiyoruz.

Bugün soyunma odasında taktiğini verdikten sonra, önce o gıpta ile baktığımız 18 kişiye o formanın değerini, sonra da yenik durumdan geri dönüşlerin o formaya aşıklara sadece futbol keyfi değil hayat aşıladığını anlat.

Bugünlerde hayli yenik durumdayız; vur be Kaptan.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

İşte yazı, işte KArA BelA!

Sahada kor alevden, yaydığı ısıyı bize hissettirecek bir "takım" görmek istiyorum, sönmüş yıldızların belli belirsiz "ışıltısı"nı değil...

serkan dedi ki...

ulan gözlerim doldu be allahsız tuncay..o zaman akşam ben de bi şiirimi paylaşmak istiyorum siz güzide beşiktaşlılarla..ortam iyice cengize bağlasın hadi bakalım

pissed dedi ki...

yürrü beeaa!